Didem Uslu’dan yeni eser: İstanbul’u Hiç Sevmiyorum Artık

Yazar: Sedef Turan

Prof. Dr. A. Didem Battalgazi Uslu, Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Akademisyen ve yazar, Orhan Kemal Öykü Ödülü ve Haldun Taner Öykü Ödülü sahibi. Mitoloji, klasik Batı edebiyatı, Batı tiyatrosu, Amerikan tarihi ve tiyatrosu, edebiyat eleştirisi, çeviri ve yaratıcı yazarlık dersleri veriyor. Danıştay’ın ilk üyelerinden Cemil Mete’nin torunu, Prof. Dr. Sabih Battalgazi’nin kızı, Prof. Dr. Orhan Uslu’nun eşi. Didem Uslu, tam on yıldır Caddebostan Kültür Merkezi’nde gönüllü olarak Okuma Atölyesi etkinliklerini gerçekleştiriyor. Edebiyat sevdalısı Kadıköylüler, her ayın ilk ve üçüncü salı günleri 11:00-13:00 saatleri arasında CKM’nin B Salonu’nda toplanıyor ve interaktif etkinliği ilgiyle takip ediyorlar.

Didem Uslu

Akademik eserlerinin yanı sıra “Tutkulu Bir İstanbul Üçlemesi”, “Geçip Gitti Göçmen Kuşlar”, “Sevgi Tutsağı”, “Zaman Ötesinde Buluşma”, “Beyaz Martının Son Düşü” kitaplarının yazarı, bu yıl bir çocuk romanı ile karşımıza çıktı. “İstanbul’u Hiç Sevmiyorum Artık” adlı eser, 12 yaşında zeki ve meraklı bir çocuğun ağzından yazılmış. Aile ilişkileri ve resim sanatı konusunda bilgiler ustaca kurgulanmış. Okuyucu, çocuğun annesinin sağlığı için endişelenip, abisinin başına gelenler için heyecanlanırken; Ebru öğretmene hayranlık duyuyor, hepsinden önemlisi Şeker Ahmet Paşa’dan Picasso’ya, Osman Avni Bey’den Matisse’e ünlü ressamların hayat ve eserleri hakkında ayrıntılı bilgi sahibi oluyor. Kapağında çocuk romanı ifadesi olmakla birlikte resim sanatına meraklı yetişkinler için de oldukça ilginç bir eser.

Kitapta aile ilişkileri, adetler, eski gelenekler, çocuk terbiyesi vurgulandığını okuyunca hocam Prof. Dr. Didem Uslu‘ya babasından söz etmesini rica ettim: “Babam, yaşamın içinde öğretmenlik yapardı. Babam, amcam, halam çocuklarla konuşurken veya sohbet ederken mutlaka çocuklara tepeden bakmamak ve aynı boyda olmak için diz çöker, her an öğretmenlik yapar, durmadan yeni konular hakkında bilgi verirlerdi. O zamanlar kimse boş veya olumsuz konuşmazdı. Çünkü bu hem ayıptı, hem de günah…

Babam ne iş yapsa, mutlaka beni ve daha sonra kız kardeşimi de yanına alır, bize yaptığını gösterir, anlatır ve öğretirdi. Her konuyu sabırla, ince ince anlatırdı. Musluk tamir ederken, ampul takarken, çiçek dikerken, kuşlarını temizlerken, mutlaka bize de uygulama yaptırırdı. Hayatta her işten anlamalıydık. Biz sanki kız çocukları değildik! Öte yandan biz de bir işe ilgi duymuş ve bununla uğraşıyorsak, mutlaka yaptığımızı öğrenmek ister, hatta bize öğretmenlik yaptırırdı. O yüzden örgümüzü de bilirdi, seksek oyunumuzu da, işlediğimiz kanaviçeyi de… Biz seramik veya resim yaparken, babam eserimize çerçeve hazırlardı. Demek ki Osmanlı eğitimi ve terbiyesi, her zaman ve mezara kadar öğrenmekmiş.

Kadıköy doğumlu babam Dr. Sabih Battalgazi (1919-2000), kanlı ameliyatlarının arasında derslerimizle ilgilenir, bizi hiç ihmal etmezdi. Hatta kimi zaman bizi sıkı izler ve denetlerdi. Terbiyemiz ve namusumuz çok önemliydi. Çocuklar ailenin merkeziydi. Akşamları ve hafta sonları bizlerle müzik yapardı. Biz piyano çalardık, o da keman. Altı ay keman dersi alabilmiş ama durmadan kendini geliştirirdi. Belki de müzik, ölümle yüz yüze yaşayan bir cerrahın kaçışı ve huzur arayışıydı.

Bebek A. Didem, babası Tabip Yüzbaşı Dr. M. Sabih’le (Ankara ve Erzurum, 1954-55)

Papağanımızla 50’ye yakın kanaryamızın kafeslerini hafta sonlarında temizler ve teypte öten bülbül sesiyle şenlenirken, babam bizi mutlaka kuşlarla konuşturur ve onların hikayelerini anlatırdı. Bülbül sesi kanaryalarımızı coşturur, onları eğitirdi. Yıllar içinde kuşların yumurtadan çıkmalarını, büyümelerini izlemiştik. O yüzden hayvanlar alemini çok severim. Bazı günler annemle yük taşımak için pazara, babamla da Sakarya çarşısında balık seyretmeye giderdik. Ara sırada Ulus’taki bir aktardan kuşyemi alır veya kanaryalarımızı ses yarışmalarına hazırlardık. Ulus’ta düşen uçak kazasında yaralandığı için elleri çengel gibi kalmış kuşyemcisini hiç unutamam. Yakın arkadaşımızdı. Zaten bizim arkadaşlarımız babamın ameliyat ettiği Ankara yorgancıları, kaportacıları, berberleri, köylüler, opera ve orkestra sanatçıları, meslektaşları, üniversite hocaları ve doktorlara saygı duyan herkesti. Şeker ve Kurban Bayramlarında, ziyarete gittiğimiz için bizi evde bulamamış olanların kapımıza taktıkları kartvizitler yüzünden kapıdan içeriye girilemezdi.

Dr. M. Sabih Battalgazi ameliyatta. Arkasında duran karısı ev hanımı ama ameliyatlarda büyük yardımcısı…

Babamla daha neler yapardık neler. Bana yüzmeyi, bisiklete binmeyi, balık tutmayı ve iyi voleybol oynamayı öğretmişti. En önemli cümlesiyse Ankara’dan annemle babamın memleketi olan İstanbul’a tatile giderken, yolda gazete isteyen eşekli çocuklara gazete attığımda söylediğiydi: ‘Bak, şu eşek üzerindeki çocuklar var ya… Belki onlar senden daha zekiler. Sen ise içine doğduğun şansı bil ve ona göre yaşa! Devlet memuruyum, ben sana yalnızca çalışmayı ve çalışkanlığı miras bırakabilirim!’ Ne var ki yıllar sonra gecemi gündüzüme katarak çalıştığım sırada da, ‘Kızım, bu kadar kendini paralama artık. Ailen…’ dediğinde, ‘Baba! Lütfen ama…’ diye çıkıştığımda ‘Tamam, tamam sarı papatyam…’ diye kıs kıs gülerek sessizleşirdi. Babam bana çok çalışmayı, her şeyi sevmeyi ve sabırlı olmayı öğretti.”

A. Didem, nişan töreninde sevgili babasını öpüyor. (Ankara, Yeni Süreyya’da, 10.06.1978)

k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

Bir yorum bırakın