Geldikleri gibi gittiler!

Yazar: Nusret Karaca

13 Kasım 1918, Haydarpaşa Garı… Mustafa Kemal, Adana treninden inmiş, işgal güçlerinin donanmasını oluşturan gemileri izliyordu. Yanında Cevat Abbas vardı. “Geldikleri gibi giderler!” dedi. Ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra
Mustafa Kemal’in dediği oldu. “Geldikleri gibi gittiler!”

16 Mart 1920’de tamamen işgal edilen ve Mebuslar Meclisi dağıtılan İstanbul, 6 Ekim 1923’de en büyük bayramını yaşıyordu. Mustafa Kemal, düşman zırhlılarını İstanbul önlerinde gördüğünde “Geldikleri gibi giderler” demişti bir kere…

1918 Sonbahar… Tarih, koca Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışını ibretle seyrediyordu. Yüzyılların payitahtı İstanbul önünde koyu kurşuni birer siluet olarak dizilen zırhlılar, şehirde ölüm sessizliği yaratmıştı. Bunlar, Çanakkale’den bilek gücüyle geçemeyen düşmanın ancak “mütareke” sonrası yol verdiği savaş gemileriydi. İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar…

Büyük yenilgiden sonra Osmanlı Ordusu dağıtılmıştı. Bu yüzden, Yıldırım Orduları Grup Komutanı Mustafa Kemal Paşa da İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştı. Haydarpaşa Garı’nda trenden indiği sabah, denizi kaplayan o koyu kurşuni siluetler karşısında yavaşça durmuş; çelik mavisi gözleri dolu dolu, uzaklarda, “Geldikleri gibi giderler!” demişti.

Yanındaki yavere söylediği bu sözler, Kurtuluş Savaşı’na uzanan günlerin ilk müjdesiydi. Evet, gerçi İstanbul 16 Mart 1920’de fiilen işgal edilecekti, ama o güne kadar her türlü denetim, koyu kurşuni siluetlerde İstanbul önlerini saran İtilaf Devletleri Komutanlığı’nın elindeydi. Sarayı bir kukla gibi oynatıyorlardı. Hatta İngilizlerin deniz karakolu, Mustafa Kemal Paşa’yı Samsun’a götürecek olan “Bandırma” vapurunun demir almasını bile engellemek istemişti. Çok gizli tutulan seyahat nedenini bilmedikleri için, neden sonra harekete izin verilmişti.

Günler, İstanbul’un kan ağladığı günlerdi. İşgal kuvvetleri, şehrin Anadolu ile bütün irtibatını kesmişti. Buna rağmen baltaburun Karadeniz takaları, ölümü hiçe sayan bir avuç tayfasıyla Anadolu’ya adam kaçırıyor, silâh taşıyordu. Gerçi yüzyılların payitahtı korkunç bir baskı altında Kurtuluş Savaşı’na katılmaktan uzaktı, ama yaralı yürekler Anadolu’da çarpıyordu. Tüm umutlar, Mustafa Kemal Paşa’daydı.

Gazeteler Anadolu’dan haber alabilmek için çırpınıyor, duyduklarını yazabilmenin imkânsızlığı karşısında bunları ancak kulaktan kulağa yayabiliyorlardı. İşgal kuvvetlerinin sansürü yetmiyormuş gibi, gazete idarehanelerine yapılan baskınlar, aramalar, türlü engellemeler, İstanbul üstüne çöken korkunç karanlığı büsbütün yoğunlaştırıyordu. Ama her şeye rağmen telgrafhanenin Anadolu ile irtibatı devam ediyordu. İşgal kuvvetlerini çılgına çeviren bu irtibatın sırrı, ancak büyük zaferden sonra çözülebilecekti. Evet, Türk telgrafçılar Sirkeci’de, bugünkü Büyük Postane’nin bodrumunda, yukarı katlarda çileden çıkan İngiliz Komutanı’nın bütün önlemlerine rağmen Anadolu ile irtibatı gizlice sürdürecek bir santral kurmuşlardı. Eğer buna bir santral denilebilirse tabi… Büyük Zafer’in ilk müjdesini alan ve gazetelere yayanlar da, nicedir o bodrumda ecel terleri döken isimsiz kahramanlar, Türk telgrafçılardı.

Geldikleri gibi gittiler!

Kara günler, 30 Ağustos Zaferi’ni heyecanla haykıran gazete satıcılarının, “Yazıyor! Yunan bozgununu yazıyor!” diye Cağaloğlu yokuşundan heyecanla koşmaya başladığı saatlere kadar sürdü. Mürekkebi henüz kurumamış gazeteler elden ele dolaşıyor; tanıdık, tanımadık kim varsa birbirine karışıyordu. İstanbul gene ağlıyordu, ama sevinç gözyaşlarıydı bunlar. Kurtuluş günü yakındı, işgal kuvvetleri şaşkına dönmüştü. İstanbul sokaklarındaki heyecan karşısında hemen karakollara çekiliyor, zafer coşkunluğunu ancak perdelerin arkasından seyredebiliyorlardı.

Takvim, 2 Ekim 1923 Salı. Geldikleri gibi çekip gittiler. Ve de gelirken sökerek indirdikleri ay-yıldızlı bayrakları, o gün kös kös giderken başları önde selamlıyorlardı. Takvim, 6 Ekim 1923 Cumartesi… Şükrü Naili Paşa komutasındaki birliklerimiz İstanbul’a gelirler. Tarih, “Bu şehir daha önce böyle bir bayramı yaşamadı” diye yazıyordu. Mustafa Kemal Paşa, işgalin o karanlık günlerinde Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak üzere ayrıldığı İstanbul’a artık “Büyük Kurtarıcımız Atatürk” olarak dönecekti.

Kaynak: İstanbul Kadıköy Lisesi Damla Dergisi, Sayı: 17, syf. 34

Araştırma: Nusret Karaca

k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

Bir yorum bırakın