Haldun Dormen: Kadıköy, İstanbul’un sanat merkezi!

Yazar: Reha Kadak

Türk tiyatrosu, Muhsin Ertuğrul önderliğinde Cumhuriyet döneminde saygınlığını kazandı. Onun tiyatro fikirleriyle yeni tiyatro ekipleri kuruldu ve o yoldan çıkan tiyatrocular yetişti. 1950’li yıllarda Muhsin Ertuğrul’un daveti üzerine Yale Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nü bitirip ülkeye dönen Haldun Dormen, Türk seyircisinin karşısına çıktı ve bir ekol olacak Dormen Tiyatrosu’nu kurdu. Burada Türk tiyatrosuna nice oyuncular yetiştirdi. Bununla da kalmayıp, ülkemizde bir müzikal tiyatro geleneğinin de oluşmasına katkı sağladı. Kadıköy Life Dergisi olarak çocukluğu yaz aylarında Kadıköy’de geçen Türk tiyatrosunun duayeni Haldun Dormen ile bir araya geldik, dünden bugüne tiyatro ve Kadıköy’ü konuştuk.

Haldun Hocam, Türk tiyatrosu Cumhuriyet sonrası Muhsin Bey’le birlikte ciddiye alınan bir kurum oldu. Siz de Amerika dönüşünüzde Muhsin Bey’in Küçük Sahnesi’nde Türk seyircisinin karşısına çıktınız. Amerika’daki okul hayatınızdan, ülkeye dönüşünüz ile ilk oyunuz arasında geçen döneminizi bize anlatır mısınız?

Amerika’ya Yale Üniversitesi’nin tiyatro bölümüne okumaya gitmiştim. Okul zamanları da sahneye çıkıyordum orada. Yaz ayında okul tatil olunca da Hollywood’a gittim, orada da dört oyunda oynadım. Okul ile sahne aynı anda gidiyordu Amerika’da. Sonra yine New York’ta dans dersi aldım. Bunların hepsini yaparken planım hep ülkeme dönmek ve ülkemde tiyatro yapmaktı. Daha evvel de Muhsin Ertuğrul’la görüşmüştüm. Ülkeye döner dönmez Muhsin Bey’in Küçük Sahnesi’nde “Cinayet Var” adlı oyunla ilk kez Türk seyircisinin karşısına çıktım.

Haldun Dormen

Kendi tiyatronuzu kurmaya karar veriyorsunuz ve Ses Tiyatrosu’nu yeniden ayağa kaldırıyorsunuz. Nasıl karar verdiniz bu oluşuma?

Muhsin Bey tiyatroyu kapattı, ben de onun boşalttığı Küçük Sahne’de ve Cep Tiyatrosu’nda bir yıl boyunca oyunlar sahneye koydum. Türk tiyatrosunu daha yeni yeni yeni tanımaya çalışıyordum. Döndüğümde hemen bir tiyatro kurma fikri yoktu planlarımda. Planlarım arasında evvela Türk tiyatrosunu gözlemlemek vardı. Derken bana Ses Tiyatrosu’ndan teklif edildi. O zamanlar Ses Tiyatrosu, operetlerin oynandığı ya da kötü komedilerin yapıldığı bir tiyatroydu. Harika bir Fransız tiyatroları mimarisine sahipti ama atıl durumdaydı, çok kötü kullanılmıştı. Biz de yeniden tamir ettik orayı, canlanmasına neden olduk. Harikulâde bir sahnedir. Ferhan Şensoy’un himayesinde hala ayakta. Bundan dolayı kendisine bir tiyatro insanı olarak müteşekkiriz.

Geçmiş sayımızda Gülriz Sururi ile röportaj yaptık. Onun hayatında önemli oyunlardan biri olan Sokak Kızı İrma’yı konuştuk. Oyunun yönetmeni de sizsiniz. Cemal Sair ve Rey kardeşlerden sonra Batılı anlamda ilk müzikal tiyatroyu sahneye koyan sizsiniz. Bir nevi müzikal tiyatroları yeniden ayağa kaldıran isimsiniz. Haldun Dormen ve müzikaller bir klasik oldu ülkemizde. Müzikal sahneleme fikri nasıl gelişti sizde?

Cemal Sairler, Rey Kardeşler müzikal/operet tarzı işler yaptılar. Onların hakkını yememek lazım. Ancak, Batılı anlamda ilk müzikali “Sokak Kızı İrma” ile ben sahneledim. Çocukluğumdan beri müzikal filmlere bayılıyordum. Dönemin Alman, Amerikan ve İngiliz müzikal filmlerinin şarkılarını hala ezbere bilirim. Planlarım arasında da zaten müzikal sahneleme fikri vardı. Müzikaller yapacak, sahneleyecek ve oynayacaktım. Malum, planlı bir insanım. Sokak Kızı İrma’yı yaptık, arkasından Pasifik Şarkısı’nı sahneledik ama İrma kadar tutmadı. Sonra akabinde müzikaller gelmeye başladı. “Yaygara 70” güzel bir çalışma oldu. Sonra işte meşhur “Hisseli Harikalar Kumpanyası” çok ses getirdi.

Evet, tiyatro dışında televizyon ve gazetecilik yaptığınız bir döneminiz oldu. Egemen Bostancı ve Hisseli Harikalar Kumpanyası ile 1976 yılında kısa bir ara verdiğiniz tiyatroya yeniden dönmüş oldunuz. Hisseli Harikalar Kumpanyası büyük ses getirdi…

1972 yılında tiyatroyu kapattım ama tiyatroyu tam olarak bırakmadım. Televizyon çalışmalarım çok yoğun bir şekilde başlamış oldu. Televizyon programları sundum, o arada bir de Nükhet Duru, Huysuz Virjin, Füsun Önal’ın yer aldığı “Merhaba Müzik” adlı bir oyun sahneye koydum. Rumeli Hisarı’nda oynadı ve harika tepkiler aldı. Televizyon çalışmalarım sürerken Şan Tiyatrosu’nun sahibi, yapımcısı Egemen Bostancı, benden bir müzikal istedi ama küçük bir şey olsun, içinde Huysuz Virjin de olsun dedi. Sonra bu projeyi büyütmek istedi. Ama bu sefer Huysuz Virjin projede yer almadı, onun rolünü Mehmet Ali Erbil’e verdik. Mehmet Ali Erbil de o oyunla star oldu.

Bir de yeniden canlandırdığınız “Lüküs Hayat” oyununuz var o dönemler…

Evet, “Hisseli Harikalar Kumpanyası” çok ses getirdikten sonra… Lüküs Hayat’ı bana dönemin Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Gencay Gürün teklif etti. İlk başta ben istemedim. Eski bir metindi, dil olarak eskiydi. Yeniden düzenledik ve derken hayatım “Lüküs Hayat” sahnelemekle geçti. Beş farklı yerde, farklı tiyatroda sahneye koydum Lüküs Hayat’ı. İstanbul’da, Eskişehir’de, İzmir’de, Mersin’de sahneye koydum. Şimdi yeniden teklif aldım. Samsun Operası sahnelemek istiyor Lüküs Hayat’ı. Ama sanırım oraya gidip sahneye koyamayacağım.

Dormen Tiyatrosu, kurulduğu ve faaliyette olduğu dönemlerde adeta bir okul görevi gördü. Birçok önemli isim, usta-çırak işleyişi içinde bünyenizde yetişti. Siz aynı zamanda konservatuvarda da yıllar boyunca hocalık yaptınız. Konservatuvar eğitimi ve usta-çırak eğitimi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Konservatuvarda çok iyi oyuncular yetişiyor elbette ama Yıldız Kenter gibi bir hoca artık yok. Elbette deneyimli hocalarımız mevcut. Fakat öğrenci sorunu da var bence. Eski öğrenciler tutunurdu bilgiye ve sanata, şimdikilerde öyle bir durum göremiyorum. Şöhret olma derdindeler, bilgiden yoksunlar. Bir de usta-çırak eğitimi olmadan konservatuvar eğitimi yeterli değil. Sahneye çıkmadan, pratik etmeden olmaz. Halkın karşısına çıkmalı tiyatrocu ve o güveni kazanmalı. Bu da usta-çırak sistemiyle oluyor. Onların arasında bu deneyimleri kazanıyorsunuz. Okulda aldığınız eğitimle de birleşiyor bu durum. Konservatuvar eğitimi çok çok önemli ama o olmadan da olur. Ancak, usta-çırak eğitimi olmadan olmaz. Usta-çırak eğitimini asla ama asla küçümsememek gerek. Yoksa Münir Özkul’ları, Adile Naşit’leri, Erol Günaydın’ları ve evvelki tüm tiyatrocuları yok mu sayacağız, asla böyle bir şey olamaz.

Hocam, siz adeta yaşayan bir Türk tiyatrosu tarihisiniz. 1950’li yıllardan bu yana hala sahnede olan Genco Erkal ile birlikte iki tiyatro oyuncusundan birisiniz. O dönemlerin tiyatrosu ve bu dönemin tiyatrosunu yaşayan birisiniz ve içindesiniz. Nasıl görüyorsunuz tiyatronun ülkemizdeki evrimini?

Türk tiyatrosu müthiş bir evrim geçiriyor. Gerekli bir şekilde, olumlu anlamda gelişti tiyatromuz. Hala saçma sözler söyleyenler görüyorum, “Türk tiyatrosu öldü” deniliyor. Nasıl öldü? Bakın son yıllarda alternatif tiyatrolar diye bir oluşum var. Aralarında çok parlak işler yapanlar da var, çok kötü işler çıkaranlar da var. Ama sonuçta deniyorlar. Alternatifler tiyatrolar yazar yetiştiriyor, ki bu çok önemli. Böyle bir misyonları var. Aynı zamanda tabii oyuncu ve yönetmen de yetiştiriyorlar. Kendilerini ifade edecek, şans bulacak bir alan oluştu bu tiyatrolar sayesinde. Geçmişte biz de boşuna çalışmamışız diyorum onları görünce. Biz o zamanlar çok çalıştık, hep birlikte ortaya bir şey koymaya çalıştık. Bugünün çocuklarına yol açtık diye düşünüyorum.

Devam eden ve yeni oyun projeleriniz nelerdir?

Dört tane oyunum var. Bir de yeni yazdığım bir oyun var “Küllerin Arasından” diye, şu an provaları devam ediyor. “Kibarlık Budalası” devam ediyor. “Bir Zamanlar Gazinoda” adlı oyunum devam ediyor. Bir de Almanya’da “Daha Neler” adlı oyunum var. Merkezi İzmir’de olan, “Sahne Tozu” adlı bir sanat kurumuna danışmanlık yapıyorum. İstanbul’da da mekan açtılar, orada kurs düzeyinde dersler de veriyorum. İşte, Şehir Tiyatrosu’nda Yaygara 70’in provaları başlayacak.

Son olarak Kadıköy’le olan bağınızdan bahsetmek istiyorum. Yıllardır Kadıköy’deki konservatuvarda hocalık yaptınız ve hala da Kadıköy’de sahne alıyorsunuz. Kadıköy sahneleri, Kadıköy’de alternatif işler yapan tiyatrolar ve Kadıköy seyircisi hakkındaki görüşlerinizi merak ediyoruz.

Ben Kadıköy’e gelince içim açılıyor, ferahlıyorum. Uygar insanların olduğu bir yer. Benim çocukluğumun yazlık mekanıydı Kadıköy. Biz Şişli’de yaşıyorduk ama yazlık evimiz Çiftehavuzlar’daydı. Kadıköy ve sahil kısmı sayfiye, yazlık yer olarak algılanırdı. Yaz aylarım orada geçerdi. Şimdilerde yeniden canlandı Kadıköy. Tiyatro sahneleriyle dolu bir yer. Kadıköy, İstanbul’un sanat merkezi. Sanattan anlayan bir seyircisi var. O yüzden Kadıköy’de oyun oynamaktan çok büyük bir keyif alıyorum.

 

k iletişim yayınları

Beğenebileceğiniz Diğer Haberler

Bir yorum bırakın